COVID-19 Salgınının Sözleşmesel Edimlerin İfasına Etkisi

 

 

 

Covid-19 salgınının boyutu ile bu salgının bugün ve devam eden süreçte doğuracağı ekonomik etkiler neredeyse tüm sözleşmesel ilişkiler açısından endişe yaratmaktadır. Cevabı merak edilen güncel sorulardan biri de söz konusu salgının mücbir sebep olarak kabul edilip edilmeyeceği ve salgın nedeniyle sözleşmede kararlaştırılan edimlerin ifa edilememesi halinde tarafların başvurabileceği çözüm yollarının neler olacağıdır.

 

Covid-19 salgınının sözleşmesel ilişkilere yansımasında ilk akla gelen kavram mücbir sebeptir. Türk hukukunda mücbir sebebin tanımı yapılmış olmamakla birlikte doktrin ve yerleşik Yargıtay içtihadı ile bu kavram pekişmiştir. Buna göre; (1)tarafların kontrol alanlarının dışında gerçekleşen, (2) sözleşme ilişkisinin kurulduğu tarihte öngörülemeyecek olan veya öngörülse dahi doğurduğu somut sonucun sözleşme konusuna etkisi öngörülmeyecek düzeyde olan, (3) taraflarca her türlü önlem alınmasına rağmen sözleşme edimlerinin ifasının imkansız hale gelmesi önlenemeyen kaçınılmaz hal ve durumlar mücbir sebep olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda haricilik, öngörülemezlik ve kaçınılmazlık unsurlarının mücbir sebebin üç temel unsuru olduğunu söylemek mümkündür. Yerleşik Yargıtay içtihadı uyarınca mücbir sebebin varlığı her bir somut olay bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi ve -özellikle tacirler açısından- dar yorumlanması gerekmektedir. Bugün itibariyle Covid-19 salgınının her somut olay bakımından mücbir sebep olduğunu söylemek mümkün olmamakla birlikte Yargıtay’ın mücbir sebebe ilişkin içtihatlarında  sel, kar, deprem gibi doğal olaylar nedeniyle ulaşımın kesilmesi, salgın hastalık sebebiyle karantina uygulaması gibi olaylar mücbir sebeplere örnek olarak gösterilmiştir.

 

Covid -19 salgını sebebiyle sözleşmesel edimlerin ifasının; kısmen ya da tamamen imkansızlaşması, geçici olarak imkansızlaşması yahut ifanın imkansızlaşmaması ancak aşırı düzeyde zorlaşması gibi durumlar meydana gelebilmektedir. Bu gibi durumlar meydana geldiğinde öncelikle Covid-19 salgının taraflar arasındaki sözleşmesel ilişkiye etkisinin somut olarak ortaya konulması gerekmektedir.  Bu durum ortaya konulduğu takdirde sözleşmenin tarafları, menfaatlerini dengeli bir şekilde korumak, salgının yarattığı riski eşit şekilde paylaşmak, beklentilerini karşılayacak ortak noktada uzlaşma sağlamak ve salgın sebebiyle sekteye uğrayabilecek sözleşmesel ilişkinin devamlılığını sağlamak için bir takım aksiyonlar almaktadır.  Bu kapsamda sözleşmenin taraflarının her sözleşmesel ilişki özelinde ve Covid-19 salgının bu sözleşmesel ilişkiye etkisini değerlendirmek suretiyle aşağıda açıklanan bir takım adımları atmaları mümkündür.

 

1)      Sözleşmede “mücbir sebep (force majeure)” ve uyarlama (hardship)” hükümleri var ise;

 

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (“TBK”)’nda yer alan ifa imkansızlığı ve aşırı ifa güçlüğü hükümleri yedek hukuk kuralıdır. Türk hukukunda sözleşme serbestisi ilkesinin bir sonucu olarak, sözleşmenin taraflarının sözleşmede kararlaştırdıkları hükümler öncelikle uygulama alanı bulmaktadır. Bu sebeple sözleşmede tarafların kararlaştırmış olduğu, diğer bir deyişle ortak iradelerini yansıtan hükümler ve hüküm olmasa dahi sözleşmenin bir bütün olarak yorumlanması ile, tarafların söz konusu durum için öngördüğü sonuç belirlenmeli ve  Covid-19 salgını sebebiyle meydana gelen duruma örtüştüğü ölçüde uygulanmalıdır. Bunun için öncelikle sözleşmede mücbir sebep ve/veya uyarlama hükümlerinin bulunup bulunmadığı incelenmeli, eğer bu konuda bir hüküm var ise hükmün belirttiği şekilde hareket edilmelidir. Sözleşmede bu hususa ilişkin bir hüküm yok ise yahut olmasına rağmen hüküm doğrudan Covid-19 salgının yarattığı somut durum ile örtüşmüyor ise artık TBK’da yer alan düzenlemeler uygulama alanı bulabilecektir.

 

Bu noktada, Covid-19 salgınının tarafların edimlerinin ifasına somut etkisi ile sözleşme hükmünde öngörülen somut durumun her bir sözleşme ilişkisi özelinde titizlikle incelenmesi gerekir.  Örneğin, taraflar arasındaki sözleşmede “salgın hastalık” mücbir sebep olarak sayılmış olmasına rağmen sözleşme konusu itibariyle Covid-19 salgını sözleşmede kararlaştırılan edimlerin ifasını imkânsızlaştırmamış olabilir. Bu durumda Covid-19 salgını bu sözleşme için mücbir sebep sayılmayacağı gibi tarafların edimlerinin ifasının imkânsızlaştığını yahut zorlaştığını ileri sürmeleri veya uyarlama talebinde bulunmaları da mümkün olmayacaktır.

 

Sözleşmelerde yer alan mücbir sebep ve uyarlama maddelerinin esasında ne denli önem arz ettiği içinde bulunduğumuz Covid-19 salgını ve salgının sözleşmesel ilişkilere etkisinde kendisini göstermektedir. Bu sebeple sözleşmede yer alan olabildiğince somut, açık ve detaylı bir şekilde düzenlenmiş mücbir sebep ve/veya uyarlama hükümleri, içinde bulunduğumuz süreçte tarafları hiçbir ihtilafa sürüklemeksizin ve hukuki süreç ihtiyacını ortadan kaldırarak uygulanacak yol haritasını çizebilir ve amaca uygun en hızlı çözümü sunabilir.   

 

Sözleşmede yer alan mücbir sebep ve/veya uyarlama hükümleri ile sözleşmenin bir bütün halinde yorumlanması Covid-19 salgını ve bu salgının sözleşmeden doğan edimlerin ifasına somut etkisine ilişkin bir çözüm getirmiyor ise bu durumda aşağıda açıklanan süreçlere başvurulabilir. 

2)      Sözleşmede “mücbir sebep (force majeure)” ve uyarlama (hardship)” hükümleri yok ise;

Taraflar arasındaki sözleşmede,

-       mücbir sebep ve/veya uyarlama maddesi yok ise,

-    mücbir sebep ve/veya uyarlama maddesi mevcut olmasına ya da sözleşmenin bir bütün halinde yorumlanmasına rağmen sözleşmede Covid-19 salgını ve bu salgının sözleşmeden doğan edimlerin ifasına somut etkisine ilişkin bir çözüme ulaşılamıyor  ise,

-    mücbir sebep ve/veya uyarlama maddesi mevcut olmasına rağmen öngörülen çözüm yolunun tarafların Covid-19 salgınının sözleşmesel ilişkiye somut etkisinden doğan taleplerini karşılamıyor ise

sözleşmenin taraflarının bir araya gelip ortak bir irade beyanı ortaya koymak suretiyle sözleşmelerini yeniden müzakere etmeleri dürüstlük kuralının bir gereği olduğu gibi amaca en uygun  adım olacaktır.

Ahde vefa ilkesinin bir sonucu olarak sözleşmesel ilişkinin ayakta tutulması esas olduğundan sözleşmenin taraflarının Covid-19 salgınının sözleşmeden doğan edimlere somut etkisini yeniden müzakere etmeleri özellikle basiretli tacir olan sözleşme tarafından beklenen bir davranıştır. Bu durumda taraflar; Covid-19 salgınının sözleşmeye etkisi, bu etkinin hangi taraf için nasıl bir sonuç doğurduğu, sözleşme bedeli, sözleşme süresi, ek ödemeler, hak ve yükümlülükler, ödeme planı ve şekli gibi pek çok hususu Covid-19 salgınından doğan riskleri paylaşmak suretiyle müzakere ederek yeni bir protokol imzalayabilir yahut çeşitli iletişim kanalları ile bir mutabakat sağlayabilir.

Covid-19 salgınının gerek dünya gerekse de Türkiye’de yayılma hızı dikkate alındığında bu salgının insan hayatına ve dolayısıyla insanlar arasındaki sosyal ve hukuki ilişkilere yansıması da bir o kadar hızlı olmakta ve her geçen gün farklı bir boyuta varmaktadır. Salgının ve dolayısıyla sosyal ve hukuki ilişkilerin hızla evrildiği bir dönemde sözleşmesel ilişkilerin taraf iradelerine uygun bir şekilde uyarlanması amaca uygun en hızlı çözüm yolu olmaktadır. Kaldı ki, sözleşmenin yeniden müzakere edilerek bir sonuca varılması sözleşmeyi feshetmek istemeyen taraflar için ekonomik olarak olumlu bir sonuç dahi doğurabilecektir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus ise Covid-19 salgını sebebiyle fiziki olarak tarafların yeni bir protokol imzalayamadığı durumda anlaşma koşullarının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu kapsamında “belge” sayılabilecek şekilde dokümantasyonun sağlanmasıdır. 

Tarafların bir araya gelerek Covid-19 salgının sözleşmesel ilişkiye somut etkilerini müzakere etmeleri  önerilen bir yol olmakla birlikte, yeniden müzakere yapılamadığı ya da yapılan müzakerelerde tarafların iradelerinin örtüşmediği ve bir sonuç alınamadığı durumda aşağıda açıklanan TBK’da düzenlenen ifa imkansızlığı ve aşırı ifa güçlüğü (sözleşmenin uyarlanması) kurumları uygulama alanı bulacaktır.  

 

3)      Borçlunun sorumlu olmadığı imkânsızlık (TBK m. 136-137)

Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle tamamen imkânsızlaşırsa borç sona erer. Bu durumda karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olur, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını da kaybeder.

 

Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılıyorsa, borcun tamamı sona erer. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, yukarıda açıklanan tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.

Para borcunun imkânsızlaşması ise mümkün değildir. Bu sebeple sözleşmesel ilişkideki edimi belli bir parayı ödemek olan tarafın ifa imkansızlığını ileri sürmesi ve bu yolla borçtan kurtulması mümkün değildir.

Görüldüğü üzere TBK’da düzenlenen ifa imkansızlığı hallerinin sonucu sözleşmenin sona ermesidir. Ancak Covid-19 salgının sözleşmesel ilişkilere somut etkisi değerlendirildiğinde pek çok sözleşmede tarafların salgın süresince edimlerinin ifalarının zorlaşması sebebiyle bir çözüm yolu aradığını ancak salgın ortadan kalktığında sözleşmeyi devam ettirmek istediklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla ifa imkansızlığı sebebiyle sözleşmesinin tasfiye sürecine girmesi tarafların iradesine uygun olmayabileceği gibi sözleşmenin sona erdirilmesi pek çok ekonomik yükü de beraberinde getirebilir.

TBK m. 136-137’de  düzenlenen imkânsızlık hali kalıcı imkânsızlık hâli olup bu kalıcı imkansızlık sebebiyle borcun tamamen sona ermesini düzenlemektedir. Ancak salgın hastalıklar ve özellikle Covid-19 salgını özelinde durum değerlendirildiğinde salgının ortadan kalkması halinde sözleşmenin devamını arzulayan taraflar için kalıcı değil geçici imkansızlık halinden söz edilebilir.  

Türk hukukunda geçici ifa imkansızlığına ilişkin TBK’da bir düzenleme bulunmadığı gibi doktrinde bir görüş birliği bulunmamaktadır. Doktrinde bir görüş, geçici imkânsızlığın borcu sona erdirmediğini ancak borçlu temerrüdüne yol açtığını savunur iken Yargıtay’ın da katıldığı bir diğer görüş ise geçici imkânsızlık halinde tarafların –farazi- iradelerine de uygunsa, ifanın/ifa tarihinin imkânsızlığın ortadan kalkmasına kadar ertelenmesini savunmaktadır. Uygulamada ve Yargıtay kararlarında geçici imkansızlık halinde ifa tarihinin ertelenmesi diğer bir deyişle tarafların sözleşme ile bağlı tutulma süresi  "akde tahammül süresi" olarak adlandırılmaktadır. Sözleşmenin devamlılığı ve ayakta tutulması esas olduğundan bu süre boyunca taraflardan sözleşmeye katlanması beklenmelidir. Bu sürenin her somut olayın özelliğine ve sözleşmenin şartlarına göre belirlenmesi gerekmektedir. Ayrıca objektif bir süre belirlenebileceğini söylemek de mümkün değildir. Örneğin konusu ve tarafların edimleri aynı olan fakat süreleri farklı olan iki sözleşmede tarafların akde tahammül süreleri sözleşmenin süresine göre değişkenlik gösterecektir. Ya da süreleri ve konusu aynı olan iki sözleşmede tarafların edimlerinin miktarına göre akde tahammül süreleri de yine değişkenlik gösterecektir.

Görüldüğü üzere TBK’de yer alan ifa imkansızlığı halleri sözleşmenin sonra ermesi sonucunu doğururken doktrin görüşleri ve Yargıtay içtihatlarıyla hukukumuzda yer edinen geçici ifa imkansızlığında ise akde tahammül süresi boyunca tarafların sözleşmeye katlanması beklenmektedir. Covid-19 salgınının ne zaman sona ereceği, salgının sözleşmesel ilişkilere somut etkisinin ne kadar süre devam edeceği gibi pek çok bilinmezin olduğu bu dönemde; ifa imkansızlığı sebebiyle borcun sona erdiğinin ileri sürülmesi ve objektif bir akde tahammül süresinin öngörülememesi ilerleyen dönemde borçlunun temerrüdü, sözleşme hükümlerine göre sözleşmenin haklı nedenle feshi ve cezai şart ödenmesi gibi istenmeyen ve ekonomik olmayan pek çok sorunu da beraberinde getirebilir.

 

4)      Aşırı ifa güçlüğü (TBK m. 138)

Covid-19 salgınından ekonomik olarak etkilenen ve salgının yavaşlaması, salgına ilişkin bir takım risk ve tedbirlerin ortadan kalkması ve nihayetinde salgının sona ermesi haline mevcut sözleşmesel ilişkilerini devam ettirmeyi amaçlayan taraflar için değerlendirilebilecek bir diğer çözüm yolu da sözleşmenin uyarlanmasıdır.  

Aşırı ifa güçlüğü başlıklı TBK m.138’de sözleşmenin oluşan yeni koşullara göre uyarlanması düzenlenmiştir. Özellikle yukarıda bahsedildiği üzere para borcunun imkansızlaşması söz konusu olmadığından, TBK m. 138, edimi para ödemek olan taraf yönünden uygulama alanı bulabilir.  

TBK m. 138 uyarınca sözleşmenin uyarlanabilmesi için;

 

- Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalı,

-  bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalı,

- bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalı,

 

- borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.

Bu şartların bir arada gerçekleştiği durumda borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanabilir.

Öncelikle Covid-19 salgının sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum olduğu söylenebilir gibi görünse de olası bir uyuşmazlık halinde bu durum somut olayın özelliklerine göre değerlendirilecektir. Dolayısıyla Covid-19 salgının sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum olduğunu doğrudan söylemek mümkün değildir. Örneğin, Covid-19 salgını dünyanın büyük bir bölümünü sardıktan ve Türkiye’de ilk vakanın görüldüğü tarihten sonra akdedilen bir sözleşmede Covid-19 salgının, sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum olduğunu söylemek mümkün olmayacaktır.

Uyarlama şartlarından biri de borçlunun borcunu henüz ifa etmemiş olması veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmasıdır. Bu sebeple Covid-19 salgını sebebiyle ediminin ifasının somut olarak aşırı ölçüde güçleştiğini iddia eden ve uyarlama talep eden borçlu ya borcunu henüz ifa etmemiş olmalı ya da borcunun ifa ederken bir ihtirazi kayıt koyarak borcunu ifa etmelidir. Aksi halde uyarlama talep edemeyecektir.

Ayrıca sözleşmenin uyarlaması mahkemeden isteneceğinden içinde bulunduğumuz Covid-19 salgını sebebiyle alınan tedbirler kapsamında adli hizmetlerde de bir takım tedbirler alınmış olup bu tedbirler değerlendirildiğinde aşırı ifa güçlüğü sebebiyle sözleşmenin uyarlanması talepli bir davanın sonuçlanmasının iki-üç yıl kadar sürebileceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Görüldüğü üzere, her ne kadar Covid-19 salgını sebebiyle TBK m.138’de düzenlenen uyarlama kurumu sözleşmenin tarafları için uygun çözüm sağlıyor gibi görünse de sürecin uzunluğu sebebiyle mevcut durumun çözümüne yönelik tarafların amacına uygun bir yol olduğunu söylemek mümkün değildir.

Sonuç olarak; Covid-19 salgının mücbir sebep olduğunu doğrudan söylemek mümkün değilir. Mücbir sebebin varlığının salgının sözleşmesel ilişkilere etkisi bakımından her somut olay özelinde değerlendirmek ve dar yorumlamak gerekmektedir. Salgın nedeniyle  sözleşmesel edimlerin ifasının kısmen ya da tamamen imkansızlaştığının, geçici olarak imkansızlaştığının  yahut aşırı düzeyde zorlaştığının taraflar arasındaki sözleşmesel ilişkiye etkisinin somut olarak ortaya konulması gerekir. Eğer Covid-19 salgınının sözleşmesel ilişkiye etkisi somut olarak ortaya konulamıyor ise salgınının sözleşmeye herhangi bir etkisi olmadığı, dolayısıyla tarafların edimlerini sözleşmeye uygun şekilde ifa etmesi gerektiği söylenebilir.

 

Covid-19 salgının sözleşmesel ilişkiye etkisi somut olarak ortaya konulabiliyor ise öncelikle sözleşmede kararlaştırılan hükümler, hüküm olmasa da sözleşmenin bir bütün olarak yorumlanması suretiyle tarafların somut durum için öngördüğü irade  öncelikle uygulama alanı bulacaktır. Zira TBK’da yer alan ifa imkansızlığı ve aşırı ifa güçlüğü hükümleri yedek hukuk kuralıdır. 

 

Sözleşmede; mücbir sebep ve/veya uyarlama maddesi yok ise, mücbir sebep ve/veya uyarlama maddesi mevcut olmasına veya sözleşmenin bir bütün halinde yorumlanmasına rağmen  Covid-19  salgınının  edimlerin ifasına somut etkisine ilişkin bir çözüm bulunamıyor ise ya da mücbir sebep ve/veya uyarlama maddesi mevcut olmasına rağmen öngörülen çözüm yolu tarafların Covid-19 salgınının sözleşmesel ilişkiye somut etkisinden doğan taleplerini karşılamıyor ise,  tarafların bir araya gelip ortak  irade beyanı ortaya koymak suretiyle sözleşmelerini yeniden müzakere etmeleri dürüstlük kuralının bir gereğidir ve amaca uygun en hızlı adımdır.  Sözleşmenin yeniden müzakere edilerek bir sonuca varılması sözleşmeyi feshetmek istemeyen taraflar için de ekonomik olarak olumlu bir sonuç dahi yaratabilir. . Dolayısıyla tercih edilmesi önerilen yol müzakere yoludur.

Müzakere yapılamadığı ya da yapılan müzakerelerde tarafların iradelerinin örtüşmediği ve bir sonuç alınamadığı durumda TBK’da düzenlenen ifa imkansızlığı ve aşırı ifa güçlüğü (sözleşmenin uyarlanması) kurumları uygulama alanı bulacaktır.  İfa imkansızlığı esasında sözleşmesel ilişkinin sona ermesi sonucunu doğurduğundan, sadece salgın sürecine yönelik bir takım ifa kolaylıkları arayan ve salgının etkisinin azalması/ortadan kalkması halinde sözleşmesel ilişkinin devamını amaçlayan taraflar için tercih edilecek bir yol değildir. Ayrıca para borcunun imkânsızlaşması mümkün olmadığından edimi belli bir parayı ödemek olan tarafın ifa imkansızlığını ileri sürmesi ve bu yolla borçtan kurtulması mümkün değildir. Salgın süresince geçici ifa imkansızlığı durumu için ise TBK’da herhangi bir düzenleme bulunmamakla birlikte Yargıtay uygulamasına göre “akde tahammül süresi” boyunca tarafların sözleşmeye katlanması gerekmektedir. Salgınının ne zaman sona ereceği, salgının sözleşmesel ilişkilere somut etkisinin ne kadar süre devam edeceği bilinmediğinden ifa imkansızlığı sebebiyle borcun sona erdiğinin ileri sürülmesi, tarafların objektif bir akde tahammül süresi öngörememesi, ilerleyen dönemde borçlunun temerrüdü, sözleşmede hüküm var ise sözleşmesinin haklı nedenle feshi ve cezai şart ödenmesi gibi istenmeyen ve ekonomik olmayan pek çok sorunu da beraberinde getirebilir. Tarafların anlaşamadığı bir durumda sözleşmenin mevcut koşullara göre uyarlanması için  aşırı ifa güçlüğü kurumu uygulama alanı bulabilir.. Bu durumda TBK m. 138’de yer alan şartların bir arada sağlanması gerekmektedir. Ancak bu yöntemde sözleşmenin uyarlanması hakimden isteneceği için dava yoluna başvurulması gerekmektedir.  Bu yöntem sözleşmenin tarafları için uygun çözüm yolunu sağlıyor gibi görünse de yargılama sürecinin uzunluğu sebebiyle tarafların amacına uygun bir yol olmayacaktır. 

 

Diğer Bültenler

BÜLTEN ARŞİVİ İÇİN TIKLAYINIZ